Türkler, geçmişten günümüze gelene kadar pek çok alfabe kullanmışlardır. Bilindiği gibi Türklerin kullandığı ilk alfabe, yazı dilimizin ilk eserleri olan Orhon Âbidelerinde kullanılmış olan Kök-Türk yazısıdır. Runik Türk yazısı, Orhon yazısı gibi çeşitli adlarla adlandırılan bu alfabeden sonra Türkçe için değişik dönem ve sahalarda Soğd, Uygur, Mani, Brahmi, Tibet, Süryani, Arap, Grek, Ermeni, İbrani, Kiril, Lâtin yazıları da kullanılmıştır. Bu alfabelerden Uygur yazısı ve özellikle Arap yazısı, diğerlerine göre daha geniş alanda ve daha uzun zamanda kullanılmıştır. Türkler, Arap alfabesiyle X. yüzyılda İslâm dini ile tanıştıkları zaman karşılaşmışlardır. Bu alfabe ile yazılmış ilk eserler XI. yüzyıla aittir. Anadolu’da kurulan Türk yazı dilinin neredeyse bütün edebî ürünleri 1928 yılına kadar Osmanlı yazısı veya kısaca Osmanlıca diye adlandırdığımız Arap kökenli alfabe ile yazılmıştır.
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, daha 25 yaşında genç bir subayken Bulgar Türkoloğu Manolof’a Batı uygarlığına girebilmek için Lâtin alfabesine geçilmesi gerektiğini söylemiştir. Milli Mücadeleyi başlattıktan sonra Erzurum Kongresi sırasında Mazhar Müfit Bey’e ileride yapmayı düşündükleri arasında Lâtin alfabesine geçiş de bulunmaktaydı.
Osmanlıda yazı sorununu dile getiren ilk kişilerden biri Ahmet Cevdet Paşa’dır. Arap kökenli yazının Türkçe için uygun bir yazı sistemi olmadığı 1851’den sonra tartışılmaya başlanmıştı. Münif Paşa, Azerbaycan aydını Mirza Feth Ali Ahundov, Enver Paşa, Hüseyin Cahit ve başka pek çok Türk aydını çıkış yolları aramaya, çözüm önerileri dile getirmeye başlamıştı. Türkiye dışındaki Türk halklarından Yakutlar 1917’de, Azerbaycan Türkleri ise 1922’den itibaren Lâtin alfabesini kullanmağa başladılar. Gazi Mustafa Kemal, 1928 yılının Temmuz ayında 9 Temmuzu 10 Temmuza bağlayan gece Sarayburnu’nda yaptığı konuşmada artık Lâtin alfabesine dayalı yeni Türk alfabesini kullanacağımızı müjdeledi. Yapılan çalışmalardan sonra Yeni Türk Harfleri Hakkındaki Kanun 1 Kasım 1928’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde oy birliği ile kabul edildi ve 3 Kasım 1928 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. Böylece Türkiye Cumhuriyeti tarihinde önemli bir kültür inkılâbı yapılmış oluyordu. Yapılan bu inkılâp, ülkemizdeki okur-yazar nüfusun yüzde onlardan yüzde doksanlara çıkmasını sağladı.
Arap alfabesine dayanan Osmanlı yazısı, Türkçeye uygun bir yazı olmadığı için okuma ve yazmada pek çok sorun ortaya çıkarıyordu. Türkçe kelimelerin Arapça kelimeler gibi okunması veya yanlış anlam verilerek okunması pek çok gülünç olayın yaşanmasına yol açmıştı. Sorun, ünlüleri fazla bir dil olan Türkçeyi ünlü karşılığındaki harfleri sınırlı bir alfabe ile yazmaktan kaynaklanıyordu. Bu durum daha çok Türkçe kökenli kelimelerin yazılışı ve okunuşu sırasında yaşanmaktaydı.
Türkçenin tarihî ses bilgisi özellikleri üzerine yapılan çalışmalarda Osmanlı imlâsı, Türkçe kelimelerin ses özelliklerini tam olarak belirlememize imkân vermemektedir. /o/, /ö/, /u/, /ü/ seslerinin aynı harflerle ve işaretlerle, /ı/, /i/ seslerinin aynı harf ve işaretlerle gösterilmesi kelimelerin tarihî dönemlerde yaşadıkları değişme ve gelişmeleri izlememizi engellemektedir. Yine Eski Türkçe döneminde ön ses /k/’nin Batı Türkçesinde hangi yüzyıldan itibaren ötümlüleştiğini kesin olarak ortaya koymamız güçtür. Çünkü /k/ ve /g/ sesleri Osmanlıcada aynı harfle (kef harfi ile) karşılanmıştır. Osmanlı imlâsının kalıplaşmaya gitmesi kelimelerin, eklerin ses özelliklerini belirlememizde güçlükler çıkaran bir başka durumdur. İmlâdaki kalıplaşmanın dikkate alınmaması durumunda Osmanlıcadan yapılan çevirilerde Türkçenin genel ses özelliklerine aykırı yanlışlara da (alub, gidüb vb.) rastlanmaktadır. XVII-XVIII. yüzyıllarda Avrupalı dilcilerin Lâtin harfleriyle yazdıkları Türk dil bilgisi kitaplarında, ölçünlü (standart) konuşma dilinin klâsikleşen Osmanlı imlâsından ne ölçüde farklılaştığını gösteren ilgi çekici örnekler vardır. Yine bu kitaplarda ön sesinde bugün /k/ olan kişi, kendi gibi bazı kelimelerin Eski Anadolu Türkçesinin sonlarında ve XVI-XVII-XVIII. yüzyıllarda /g/’li olarak gişi, gendü şekillerinde kullanıldığı açık bir şekilde belirtilmektedir. Oysa bu özelliği Arap kökenli yazıdan belirlemek mümkün değildir.
Avrupalı dilcilerin Osmanlıca dil bilgisi kitapları işte bu yüzden Türk dili tarihi açısından son derece önemlidir. Son yıllarda bu dil bilgisi kitaplarından bazıları üzerinde çok ciddî ve bilimsel çalışmalar yapılmıştır. Araştırılmayı ve yayımlanmayı bekleyen başka dil bilgisi kitaplarının da bulunduğunu hatırlatmak gerekir.
Osmanlı imlâsı kalıplaşırken konuşma dili doğallığı içerisinde gelişmesini sürdürüyordu. Zamanla konuşma dili, ses bilgisi açısından yazı dilinden farklılaşmağa başladı. Buna en iyi örnek nazal n /ñ/ sesidir. Osmanlıcada kelime ve eklerin imlâsında varlığını 1928’e kadar koruyan ve kef harfiyle (sağır kef’le) yazılan /ñ/ İstanbul Türkçesinde çoktan yerini /n/ sesine bırakmıştı.
1928’de yeni Türk yazısına geçildiğinde sadece /ñ/ sesinde bir değişiklik yaşanmamıştı, Osmanlıcanın kullanıldığı son güne kadar ye harfi ile yazılan teklik 3. kişi iyelik eki yeni yazıya geçildiğinde sadece +ı, +i / +sı, +si olarak değil düzlük yuvarlaklık uyumuna göre +u, +ü / +su, +sü olarak da yazılmağa başlandı. Belirtme durumu eki için de aynı şey söz konusu idi. Osmanlı imlâsında eklerdeki kalıplaşma sebebiyle kelimelerde ünsüz benzeşmesi görülmezken yeni Türk harflerini kullanmaya başladıktan sonra ünsüz benzeşmesi ortaya çıktı. Peki bütün bu ses değişiklikleri bir gecede mi olmuştu ? Hayır ! Bu ses olayları bir gecenin, bir yılın, hatta bir yüzyılın değil, birkaç yüzyılın eseri idi. Osmanlı imlâsındaki bu ve benzeri kalıplaşmaların kelimelerdeki ses bilgisi gelişmelerini açık olarak ortaya koymadığı için bu değişikliklerin ne zaman gerçekleştiğini de kesin olarak belirleyemiyoruz. Ancak, yine yabancı Türkologların Lâtin alfabesiyle yazdıkları dil bilgisi kitaplarından belirleyebildiğimiz kadarıyla daha XVII. yüzyılda bile Osmanlı imlâsında gözi şeklinde yazılan kelime konuşma dilinde gözü olarak kullanılmaktaydı.
Lâtin alfabesiyle yazılmış Türkçe metinlerin, konuşma dilinin ses bilgisi özelliklerini en iyi bir şekilde ortaya koyması, Harf İnkılâbının ilk günlerinde yayımlanmış gazetelerin de aynı amaçla incelenebileceği düşüncesini uyandırdı. Lâtin harfleriyle basılan dergi ve gazeteler, eski imlânın ve ölçünlü konuşma dilinin özelliklerini ortaya koyabilir miydi ? Henüz İmlâ Lûgati’nin yayımlanmadığı, ölçünlü imlânın yerleşmediği bir dönemde yayımlanan gazete ve dergiler, Osmanlı imlâsındaki kalıplaşmanın derecesini gösterebilir miydi? Osmanlı imlâsının yeni Türk yazısının imlâsına etkisi var mıydı? Konuşma dilinin geleneksel Osmanlı imlâsından hangi noktalarda ayrıldığını belirlememize yardımcı olabilir miydi ?
Bu düşüncelerle birlikte zihnimizde başka sorular da belirdi: İmlâ Lûgati henüz çıkmadığı için Lâtin harfleriyle yayımlanmağa başlanan yerel gazetelerdeki yazılış şekilleri bölge ağızlarının özelliklerini ortaya koyabilir miydi ? Ölçünlü bir imlânın yaygınlaşmadığı bu günlerde yayımlanan yerel gazete ve dergilerde klâsik Osmanlı imlâsının yeni Türk yazısına etkileri, bölge ağızlarının yeni imlâdaki yeri, imlâda yaşanan gelenek – yerel kullanış çatışması belirlenebilir miydi ? İletişim araçlarının yaygın olmadığı, ölçünlü bir imlânın gerçekleşmesinin zaman alacağı o dönemde, birkaç gün için bile olsa acaba herkes konuştuğu gibi yazmış mıydı ? Bu günlerde kullanılan imlâda ne ölçüde klâsik Osmanlı imlâsının, ne ölçüde ölçünlü konuşma dilinin ve ne ölçüde ağız özelliklerinin izi vardı ?
Gazi Mustafa Kemal, Lâtin harflerini kullanacağımızı 9/10 Ağustos 1928 gecesi İstanbul’da müjdelemiş ve ardından hemen yeni yazının tanıtımı, öğretimi çalışmalarına başlamıştı. Bu durum bütün Türkiye’yi heyecanlandırmıştı. Herkes kendince bir şeyler yaparak yeni harfleri öğrenmeye, öğretmeye çalışıyordu. İşte o günlerde gazeteler de İmlâ Lûgati çıkmadan, ölçünlü imlâ özellikleri ortaya konulmadan imkânları ölçüsünde yeni harflerle yayın yapmağa, yeni harfleri okuyucularına tanıtmağa başladılar. Yeni Adana gazetesinin de bu olağan üstü çabanın içerisinde olduğunu görüyoruz. Harf İnkılâbından çok daha önce Yeni Adana gazetesinde reklâmlarda Lâtin harfleri kullanılmıştır. Bunlar daha çok ithal ürünlerin reklâmlarıdır.
Atatürk’ün Sarayburnu’ndaki konuşmasıyla ilgili olarak Yeni Adana gazetesindeki ilk haber 12 Ağustos 1928 tarihli sayıda yer almıştır. Bu, kısa bir haberdir. Ertesi gün çıkan nüshada ise Gazi Mustafa Kemal’in Sarayburnu’ndaki konuşması tam metin olarak yer almaktadır. 14 Ağustos 1928 tarihli Yeni Adana’da Yeni Elifbamız başlığıyla Lâtin kaynaklı yeni Türk harfleri tanıtılır. Ancak, bu alfabede bir yanlışlık yapılmış, Osmanlı yazısındaki be harfine karşılık yeni alfabede d harfi gösterilmiştir. Bu yanlışlık, hemen ertesi gün düzeltilmiştir. Alfabede /ş/ sesi için kullanılan harf dikkati çekmektedir. Bilindiği gibi Lâtin alfabesinde ş harfi bulunmadığı için s harfine eklenen bir çengel ile ş harfi elde edilmiştir. O günlerde bu harfi sağlayamayan Yeni Adana gazetesi sorunu s harfinden önce bir virgül koyarak çözmeğe çalışmıştır. Ancak, kısa süre sonra ş harfinin sağlanarak baskıda kullanılmağa başlandığını görüyoruz.
Yeni Adana’da yeni Türk harfleriyle ilk yazı 19 Ağustos 1928 Pazar günü yayımlanmıştır. Tek bir cümleden oluşan bu yazının altında Osmanlı yazısıyla yazılmış şekli de bulunmaktadır. İşte, araştırmamızda yukarıda değindiğimiz düşüncemizi gerçekleştirmek üzere 19 Ağustos 1928’den başlayarak Yeni Türk Harfleri Hakkındaki Kanunun yürürlüğe girdiği 3 Kasım 1928 tarihine kadarki Yeni Adana nüshalarının dil ve imlâ özelliklerini ele almış bulunmaktayız. 3 Kasım 1928’den sonraki Yeni Adana gazeteleri de imlâ özelliklerini karşılaştırmak amacıyla incelenmiştir.
Araştırmamızın niteliği ve sonuçları bildirimizin boyutlarını aşacağı için, burada sadece belirtilen dönemdeki Yeni Adana gazetelerinin dil ve imlâ özellikleriyle ilgili tespitlerimizi sunacağız.
Ünlüler:
Türkçedeki sekiz ünlü Yeni Adana gazetesinde yer alan bu yazılarda yeni Türk alfabesindeki harflerle gösterilmiştir. Türkçede varlığı tartışma konusu olan kapalı e ünlüsünün Osmanlıcada bazen esre ile bazen de ye harfiyle gösterildiği bilinmektedir. Bazı Türkologlar, kapalı e /é/ şeklindeki bir sesin varlığını kabul etmeyip /i/ > /é/ > /e/ veya /i/ > /e/ ses değişimini kabul etmektedir.
Eski Anadolu Türkçesinde bil ‘bel’, biş ‘beş‘, gice ‘gece’, vir- ‘ver-‘, yir ‘yer’ gibi kelimelerde görülen /i/ veya /é/ sesi, zamanla yerini /e/ sesine bırakmıştır. Ancak, imlâdaki kalıplaşma bu durumun ne kadar sürdüğünü, konuşma dilindeki değişmenin ne zaman gerçekleştiğini tespit etmemize yardımcı olmamaktadır. Bugün bazı bölge ağızlarında kapalı e sesi ile söylenen bu kelimeler yazı dilimizde ve ölçünlü konuşma dilinde /e/ olarak kullanılmaktadır.
Bu tür kelimelerden sadece it- ‘et-‘, gice ‘gece’, vir- ‘ver-‘ Yeni Adana’nın bu döneminde Osmanlıcadaki yazılışa uygun olarak yeni yazıyla da it-, gice, vir- şeklinde yazılmışlardır. et- fiilinin yazılışında ünlüden sonra kesme işareti, virgül veya kısa çizgi kullanılması da dikkat çekmektedir: kabul e’dildiginden ~ rica i,deriz ~ idrak i-dilmektedir. Bu yazılışlar, söz konusu fiilin söylenişinin yazıya geçirilmesinde bir tereddüt yaşandığını göstermektedir. it- şeklindeki yazılış kısa bir süre sonra yerini et- şekline bırakmıştır. Ancak gice yazılışı bir süre daha devam etmiştir. bel, beş, yer gibi diğer kelimeler e harfi ile yazılırken, it-, gice, vir-, irken kelimelerinde i harfinin kullanılması it-, gice, vir-, irken şeklindeki söyleyişin yaygınlığını göstermektedir. vir- şeklindeki yazılışın yanı sıra ver- yazılışının da bulunduğunu belirtmemiz gerekir. Yine de bu kelimelerdeki /i/ ~ /é/ sesi üzerinde tereddütlerimiz bulunmaktadır. Bu konudaki düşüncemiz, 1928’de it-, gice, vir-, irken gibi birkaç kelime dışında Adana ağızlarında /i/ veya /é/ sesinin büyük ölçüde normal /e/ sesine dönüştüğü şeklindedir. Değindiğimiz kelimelerde ise /i/ ~ /é/ kullanımı kalıplaşmış olarak sürerken /i/ ~ /é/ > /e/ değişimi sonucu ortaya çıkan şekillerle de ikili kullanımlar da görülmüştür.
Ön seste /i/ > /e/ değişmesinin görüldüğü birkaç kelime de vardır: indir- > endir-, git- > get-.
Eyi, eşitmek şeklinde kullanılan kelimelerde ise bir ses değişmesi değil Eski Türkçe ve Eski Anadolu Türkçesi dönemlerinde bu kelimelerin ön sesindeki /e/’nin korunması özelliği vardır. Bu kelimeler ölçünlü yazı dilinde /e/ > /i/ değişimi sonucu iyi (edgü > eygü > eyü > eyi > iyi) ve işitmek (eşid- > işit- ~ işid-> işit-) şeklinde kullanılmaktadır.
Ünlülerle ilgili dikkati çeken bir başka özellik, bugün ilk hecede yuvarlak – dar ünlü bulunan kelimelerin yuvarlak – geniş ünlülü kullanılmasıdır. Osmanlı yazısı o / u ve ö / ü ayrımını yapmağa elverişli olmadığı için bugünkü büyük kelimesinin ne zaman ve hangi sahada böyük ve büyük şeklinde kullanıldığı belirlenememektedir. Bu durum, uğraş- ~ oğraş-; usan- ~ osan-; güzel ~ gözel, yürü- ~ yörü- kelimeleri için de geçerlidir. Yazı dilinde ve ölçünlü konuşma dilinde büyük, uğraş-, usan- şekillerinde kullanılan kelimeler, bazı bölge ağızlarında böyük, oğraş-, osan- şekillerinde kullanılabilmektedir. Yeni Adana gazetesinin incelediğimiz sayılarında bu kelimelerin ilk hecelerindeki ünlüler yuvarlak – geniş ünlülü olarak kullanılmıştır.
Türkiye Türkçesinde /o/ ve /ö/ ünlüsü ilk hece dışında kelimelerde bulunmaz. Halk ağzında bu sesleri birinci hece dışında bulunduran kelimelerde /o/ > /u/ ve /ö/ > /ü/ değişimi olduğu bilinmektedir. Benzer bir kullanımı Yeni Adana’da görmekteyiz. İlk günlerde gazetenin başlığının hemen yanında abonelik bilgileri abuna şeklinde yazılarak verilmiştir.
Adana ağızlarında birkaç kelimede görülen diftong Yeni Adana’ nın incelediğimiz nüshalarındaki souk ‘soğuk’ kelimesinde görülmektedir. İç seste /g/ > /ğ/ > /Æ/ olayı sonucu meydana gelen diftong yazıda bu kelimede /ou/ ünlüleriyle gösterilmişti. Bu kullanım, o dönemde de bu kelimede diftong olduğunu göstermektedir.
Alıntı kelimelerdeki ince a /â/ ünlüsünü taşıyan kelimelerin ek alması sırasında kalın ünlülü şekillerin tercih edilmesi, ince a /â/ sesinin kalınlaştığını göstermektedir: seyahatımda, dikkatlara.
Türkçede çift ünsüzün kelime başında bulunmaması sebebiyle Batı kökenli alıntı kelimelerde bu iki ünsüz arasında ünlü türediği görülmektedir. Bugünkü imlâmızda böyle bir durum söz konusu değildir. Ancak, incelediğimiz dönemdeki Yeni Adana nüshalarında çift ünsüzle başlayan kelimelerin veya hecelerin bu sesleri arasında ünlü türemesi olduğunu gördüğümüz kelimeler bulunmaktadır: tren > tiren, protokol > purotokol,, traktör > taraktör elektrik > elektirik, telgraf > telgıraf.
Hece veya kelime sonunda Türkçe kelimelerde bulunmayan ünsüz gruplarıyla sona eren kelimelerde de bu sesler arasında ünlü türemesi olmaktadır: Londra > Londura, enstitü > enistitü
Ünsüzler:
Bilindiği gibi Eski Türkçede ön seste /d/, /g/ ünsüzleri bulunmamaktaydı. Bugün Türkiye Türkçesinde bu seslerle başlayan Türkçe kökenli kelimeler, ön seste ötümlüleşme sonucu ortaya çıkmıştır. Batı Türkçesinde bu ötümlüleşmenin ne zaman gerçekleştiği kesin olarak bilinememektedir. Kelimelerin tamamında ötümlüleşme olmaması da bu ses olayını bir kurala bağlamamızı engellemektedir. Eski Anadolu Türkçesi dönemi başlarında olduğu düşünülen bu ötümlüleşme olayını bugün /k,/li veya /t/’li olarak kullandığımız bazı kelimelerde de görmekteyiz: ET. kentü > EAT. gendü > TT. kendi; ET. kişi > EAT. gişi > TT. kişi; ET. tilkü > EAT. dilkü > TT. tilki, ET. türlüg > EAT. dürlü > TT. türlü.
Osmanlı imlâsında ön seste /k/ ~ /g/ ayrımını, her iki sesin de aynı harfle (kef) gösterilmesi sebebiyle, yapamadığımızı bildirimizin başlangıcında belirtmiştik. Ön seste /t/ ~ /d/ ayrımı yapabileceğimizi biliyoruz. Bu sesler iki ayrı harfle gösterilebilir: /t/ sesi için te veya tı harfi, /d/ sesi için dal harfi. Ancak, Osmanlı yazısında kalın ünlülü kelimelerde kullanılan tı harfinin /t/ sesinin yanı sıra /d/ sesi için de kullanılabileceği düşünülmektedir.
Bugün yazı dilinde ve ölçünlü konuşma dilinde /g/ ile başlayan bazı kelimelerin Adana bölgesi ağızlarında Eski Türkçede olduğu gibi ötümsüz şekilde kullanılmaktadır: köm-, kölge... Yine yazı dilinde ve ölçünlü konuşma dilinde /d/ ünsüzüyle başlayan bazı kelimelerin bölgemiz ağızlarında /t/ ile başladığı da görülmektedir.
Yeni Adana gazetesinin incelediğimiz sayılarında şu kelimelerde ötümsüz şekillerin de kullanıldığını görmekteyiz: kör-, köster-, tokun-, tut (dut ağacı ve meyvesi)... Ancak, bunu bir kurala bağlamanın çok zor olduğunu belirtmemiz gerekir. Buna karşılık günümüz yazı dilinde ve ölçünlü konuşma dilinde küçük olarak kullanılan kelime de bugün halâ Adana ağzında /g/’li olarak kullanıldığı gibi güçük şeklindedir. Yine kendi zamiri incelediğimiz dönemde gendi şeklinde, kişi kelimesi de gişi şeklinde de yazılmıştır. Dilin gelişmesinde çok değişik etkilerin, etkilenmelerin olduğu düşünülecek olursa bu konularda bir kural getirmek anlamsız olacaktır. Zaten modern dil bilgisi ve dil bilimi de kural koyucu olmaktan sakınmaktadır.
Yeni Adana’nın Lâtin harfleriyle yayımlanan ilk yazılarında ön sesinde /k/ veya /g/ bulunan kelimelerin yazılışında bu özelliklere rastlanırken ön sesi /k/ olan kelimeler, ötümlüleşmeden kullanılmaktadır: kurtarılmıştır, Kadirli Kaymakamı, kılınmıştır, kuraklık, kaç ... Bugün Adana ağızlarında ön seslerinde ötümlüleşmenin görüldüğü bu kelimelerin incelediğimiz nüshalarda ötümsüz şekilde yazılmasının bir sebebi olmalıdır. Kanaatimizce bunun sebebi şudur: Bilindiği gibi Osmanlı yazısında /k/ ~ /g/ ayrımı yapılabilmektedir. Kalın /k/ için kaf harfi, kalın /g/ için de gayın harfi kullanılıyordu. Gazetenin yazarları, muhabirleri, mürettipleri bunu bildikleri için ön ses /k/ ~ /g/ ayrımını çok kolay yapabilmekteydiler. Osmanlı yazısında kaf harfi ile gösterilen ön ses /k/, Lâtin alfabesinde k harfi ile yazılmağa başladığında bölge ağzında bu ses ötümlüleşse bile Yeni Adana’da söz konusu kelimeler daima ötümsüz olarak yazılmıştır. Bu sebeple konak, kalmak, kaldırmak, karışık, kız gibi kelimeler daima ön ses /k/ ile yazılmışlardır.
/c/ ve /ç/ seslerinin eklerde gösterilişine ilişkin bir örnek üzerinde durmak istiyoruz. Meslek adı yapmakta kullanılan +CI, +CU ekinin +çI, +çU olarak yazılması da bu ekin ünsüzünün ötümsüz olarak korunduğunu göstermektedir: dilençiler.
İç seste /g/ > /ğ/ > /y/ değişmesinin örnekleri dikkat çekmektedir: öyrendik ‘öğrendik’, bahs edeceyiz ‘bahsedeceğiz’.
Ses uyumları :
İncelediğimiz döneme ait Yeni Adana gazetelerindeki kelimelerde kalınlık – incelik (büyük ünlü) uyumunun güçlü olduğunu görmekteyiz. Günümüzde yazı dilinde ve ölçünlü konuşma dilinde uyuma aykırı alıntı kelimelerde de uyumlu kullanımlara tesadüf olunmaktadır. Meselâ gazete kelimesi başlıkta bu şekilde (Yevmi gazete) yazılırken, dış veya iç sayfalarda bazen gazata şeklinde, abone kelimesi abuna şeklinde, kongre kelimesi kongura şeklinde yazılmaktadır. Kalınlık – incelik uyumuna aykırı olan bu kelimeler, Yeni Adana’da Lâtin harfleriyle yazılışta uyuma uymaları, o dönemde bu kelimelerin halk ağzında kullanılışında bir uyum olduğunu göstermektedir. Özellikle gazata yazılışı üzerinde düşünmek gerekmektedir. Başlık klişesinde gazete kelimesi kullanılırken, gazetenin diğer sayfalarında gazata şeklinin kullanılması herhalde Ahmet Remzi Bey’in değil, gazetenin muhabirlerinin veya mürettiplerinin tasarrufu olmalıdır. Muhabir veya mürettip yerel söyleyişlerden etkilenmiş olabilir.
Kalınlık – incelik uyumunun sağlandığı diğer kelimelere birkaç örnek vermek istiyoruz: Abuzer > Abuzar, vakt > vakıt...
Lâtin harfleriyle yazıların çıktığı ilk günden başlayarak kelimelerde ünsüz benzeşmesi olduğu da görülmektedir. Bilindiği gibi Osmanlı yazısında eklerdeki kalıplaşmalar sonucu yazıda tek şekilli ekler ortaya çıkmıştı.
Ancak, Eski Anadolu Türkçesinde klâsik imlâ dışı yazılışlar (satduñuz yerine sattuñuz gibi), iç seste yanyana gelen /td/ harflerini te dal harfleriyle yazıp te harfinin üzerine şedde koyma gibi tasarruflar ve Batılı dilcilerin Lâtin harfleriyle yazdıkları XVIII. yüzyıl dil bilgisi kitaplarındaki yazılışlar aslında Eski Anadolu Türkçesi ve Osmanlı Türkçesi dönemlerinde ünsüz benzeşmesi olduğunu göstermektedir.
Yeni Adana’nın bu dönemdeki nüshalarında da ünsüz benzeşmesinin olduğu örneklerin çokluğu dikkat çekmektedir: ittiği, mahtum, düştü, olmuştur, tahtit, tetpir, metfun...
Sonuç:
Bu bildirimizde, Harf İnkılâbı döneminde yayımlanan yerel gazetelerde bölge ağızlarına yönelik bulgular elde edilip edilemeyeceği konusunu incelemeğe çalıştık. Yeni Adana gazetesinin incelediğimiz nüshalarındaki özellikler sadece değindiklerimiz ile sınırlı değildir. Zaman darlığı sebebiyle bildirimizde değinemediğimiz pek çok özellik bulunmaktadır. Değindiğimiz imlâ özelliklerinin her birinin ayrı bir inceleme ve bildiri konusu olabileceğini biliyoruz. Ayrıca Adana bölge ağızlarının söz varlığına katılabilecek pek çok kelimenin de bulunduğunu belirtmemiz gerekir.
Lâtin alfabesine geçme çalışmasının başladığı 9/10 Ağustos 1928 gününden Harf İnkılâbı kanununun yürürlüğe girdiği 3 Kasım 1928’e kadar yaklaşık üç aylık bir döneme ait Yeni Adana gazetelerini incelediğimizde, Lâtin harfleriyle yayımlanan yazılarda Adana’nın ağız özelliklerini ortaya koyabilecek bilgilerin elde edilebileceği görülmektedir. Bu çalışma ile Adana ağızlarının gelişimini, son yetmiş yıl içerisinde yaşadığı değişimi araştırarak Adana bölge ağızları çalışmalarına önemli bir katkıda bulunulabileceği inancındayız. Yapılacak çalışmada hangi özelliğin klâsik Osmanlı imlâsına, hangi özelliğin ölçünlü Türkiye Türkçesinin imlâsına, hangi özelliğin Adana bölge ağzına ait olduğunu belirleyebilmek büyük bir dikkati gerektirmektedir.
Yeni Adana, Türkiye’nin en eski gazetelerinden biridir. 1918’den bugüne kadar 80 yıldır yayımlanmaktadır. Gazetenin kurucusu Ahmet Remzi Bey, gazete yayımcılığına Ahaveynzade Avni Bey ile birlikte çıkardıkları Adana gazetesi ile başlamıştır. Adana gazetesi bir süre sonra işgal komutanlığı tarafından kapatılmıştır. Adana gazetesinin üç sayısı çıktıktan sonra kapatılması üzerine Ahmet Remzi ve Avni, Yeni Adana adında yeni bir gazete çıkarmak üzere Valiliğe başvururlar. Uzun mücadelelerden sonra gazete çıkar. Ancak sekiz sayı yayımlandıktan sonra gazete tekrar kapatılır. Ahmet Remzi Bey, bunun üzerine Kayseri’de Mazlum Rasim Bey ile birlikte Adana’ya Doğru gazetesini çıkarır. Bu gazetenin yayınına son vererek Karaisalı’ya geçen Ahmet Remzi Bey burada Yeni Adana’nın 9. sayısını yayımlar. Gazete daha sonra Pozantı’ya taşınır ve Adana’nın kurtuluşuna kadar Pozantı’da yayınını sürdürür.
Yeni Adana ve Milli Mücadele dönemi Adana basını konusunda daha ayrıntılı bilgi için bkz. Gülseren Akalın, Milli Mücadele Döneminde Adana Basını, Türkoloji Araştırmaları yayını, Adana, 1998.