Bir kentin yaşamını etkileyen en önemli koşullardan biri, o kentin kurulduğu yer ve çevresidir. Anadolu’ da, geçmişi tarihin ilk çağlarının başlangıcına kadar ulaşan bir çok kent vardır. Ancak bunlardan çok azı günümüzde hâlâ yaşamını sürdürmektedir. Tarsus, hem adıyla hem de kurulduğu ve geliştiği yerle, yaşamında hiçbir kesinti olmadan günümüze ulaşan kentlerin başında gelir. Onun bu zengin geçmişinin ve kültürel birikiminin asıl kaynağı da kurulduğu yer ve çevresidir ( Zoroğlu, 1995: 9 ).
Tarsus, hem Paulus’ un yaşadığı yıllar ve sonrasındaki önemiyle hem de Paulus’ tan önceki 5 bin yılı aşan geçmişiyle doğu ile batının buluştuğu, her iki kültürün kaynaştığı ve etkileri günümüze kadar ulaşan ilginç bir sentezin yeşerdiği, Güney Anadolu’ nun Akdeniz kıyısındaki en büyük metropollerinden biriydi.
Arkeolojik kazılar, kentin kuruluşunu neolitik çağa kadar götürmektedir. Geçmişi bu kadar eskiye giden bir kentin kuruluşu ile ilgili çok sayıda efsanenin, mitin bulunması doğaldır. Bu efsane ve mitlerin içerikleri incelendiğinde, kentin kuruluşunun bir tanrıya ya da tanrısal bir kavrama borçlu olduğu özellikle vurgulanmak istenir. Tarsus’un o kadar çok kuruluş efsanesi vardır ki; bunların her biri onun zengin geçmişinin önemli belgelerini oluşturur. Bu kuruluş öyküleri her ne kadar Hellenistik ve Roma çağlarında toplanmış ve bunlarda Hellen mitoslarının motifleri var gibi görülüyorsa da; Tarsus’ un kuruluş öykülerinde yerli Anadolu ve diğer doğulu unsurların daha ağır bastığı gözden kaçmaz. Ayrıca bunların içerikleri yalın birer öykü gibi değil, aynı zamanda tarihsel olguların anlatımları olarak da algılanmalıdır ( Zoroğlu, 1995 : 13-14 ).
1.1 Ashâb-ı Kehf’ in Bir İnanç Merkezi Olması
Ashâb-ı Kehf Mağarası, Mersin’ in Tarsus ilçesinde yer alan bir inanç merkezidir. Bin yıllar boyunca çeşitli uygarlıklara beşiklik eden bölge, Hıristiyan dünyasının ve Avrupa ülkelerinin değişik ölçülerde etkilendikleri Bizans ve Roma kültürüne ev sahipliği yapmıştır.
Bu bildiride Ashâb-ı Kehf ‘in pagan kültürden ilk Hıristiyanların sığınak yeri olmasına, daha sonra da Kur’ân-ı Kerim’ de geçen bir kıssayla Müslümanlarca da kutsal kabul edilen bir yer olmasına değin geçen süre incelenecek, bir inanç merkezi olarak çevresinde oluşan kültür değerleri irdelenip, son olarak mevsimlik törenin bir inanç merkezi çevresinde nasıl şenliğe dönüştüğü konusu, inanç merkezinin kültür ve sanat mirasına katkıları bağlamında değerlendirilecektir.
Eshâb-ı Kehf, Eshâbülkehf, Ashâb al Kahf, “mağara yaranı”, “ Ephesus’ un yedi uyuyanı” denilen gençler için Kuran’da kullanılan addır. Ashâb- ı Kehf’ in nerede ne zaman yaşadığı, kaç kişi oldukları, isimleri, kaç yıl uyudukları konusunda değişik yorumlar vardır. Üzerinde en çok tartışılan konu mağara ehlinin nerede yaşadığıdır.
Anadolu’da, Afşin ve Tarsus’ta Eshâb-ı Kehf, Ephesus’ta ise Yedi Uyurlar adıyla anılan ve ziyaret edilen mağaralar vardır (Ana Britannica, 1988: 291). Bunun dışında Eskişehir’in Han ilçesi (midas26.sistemy.net.com), Diyarbakır’ın Lice ilçesi (www.diyarbakir.com) ve Sivas’ın Divriği ilçesi de (www.divriği.net) Ashâb-ı Kehf’e sahip çıkmaktadır. İspanya, Cezayir, Mısır, Ürdün, Suriye, Afganistan ve Doğu Türkistan’da Eshab-ı Kehf’e ait olduğu ileri sürülen mağaralar vardır. Muhammed Teysir Zabyan, “Ehlül Kehf” adlı kitabında Ashâb-ı Kehf’in Ürdün’de Amman yakınlarındaki bir mağarada bulunduğunun burada yapılan kazılarda kesinlik kazandığını ve bir çok ilim adamının da aynı kanaatte olduğunu çeşitli belgelerde ispata çalışmaktadır (Ersöz, 1999: 467) .
Batı kaynaklarında şehrin ismi hep Ephesus olarak geçer. 1926’ da Avusturya Arkeoloji Enstitüsü tarafından bölgede yapılan kazılardan sonra Panayırdağı’ nın doğu yamacında bulunan kalıntıların V. yüzyılın ortalarında (II. Theodosius dönemi) onlar adına yapılan bazilikaya ait olduğu ileri sürülmüştür. Ancak Hıristiyanlık’ta yedi uyurlara nisbet edilen başka yerler de vardır (Ersöz, 1999: 465) .
Doğu kaynaklarının bir kısmında ise şehrin ismi Efsus olarak geçer. Araplar bu isim altında iki yer bilirler. Biri Ephesus’tur diğeri de Kapadokya’daki eski Arabissus’tur. Buna Absus (bu günkü Yarpuz) da denir (Wensinck, 1988:372). Kurân’da mağaranın yeri bildirilmemekte ancak konumunun kuzey-güney istikametinde olduğu belirtilmektedir
(Ersöz, 1999: 466) .
Kur’ân-ı Kerim’ de Ashâb-ı Kehf ile birlikte anılan “rakîm” hakkında kaynaklarda birbirinden farklı görüşler yer almaktadır. Bunun Ashâb-ı Kehf’in içinde bulunduğu vadinin veya dağın yahut memleketin, hatta köpeklerinin adı olduğunu iddia edenlerin yanında, onların adlarının veya maceralarının yazıldığı bir kitabe, bakır veya kurşun bir levha olduğunu söyleyenler de vardır. Buharî de rakîmin kitabe olduğunu söyler. Bazı tarihçilere ve el-Müsned’deki bir rivayete göre Ashâbü’r-rakîm, Ashâb-ı Kehf’ten başka kimselerdir. Nakledildiğine göre bunlar yağmurlu bir günde bir mağaraya sığınmak zorunda kalan üç kişiydiler. Dağdan yuvarlanan bir kaya mağaranın ağzını kapayınca, hayatları boyunca yaptıkları en değerli birer iyiliği anarak bu sıkıntıdan kurtulmaları için Allah’a dua ettiler. Allah da dualarını kabul ederek onları kurtardı. Arap coğrafyacılarına göre ise rakîm bir yer adıdır (Ersöz, 1999: 467) . İbn Hurdazbeh cesetlerin bulunduğu mağaraya al-Rakîm der ve maceranın Ephesus’ta geçtiğini kaydeder. Buna karşılık al- Mukaddisi, mağarada bulunan 13 kişinin ashâb al-kehf olduğunu ve Ürdün’ün doğusunda, Amman civarında al-Rakim adında bir yer bulunduğunu söyler. Bu mahallin, kahramanı 3 kişi olan olağanüstü bir olayın gerçekleştiği yer olduğunu söylenir (Wensinck, 1988: 372) .
Ashâb-ı Kehf’in yaşadığı şehir ve sığındığı mağara konusunda çeşitli kaynaklarda değişik bilgilere rastlamaktayız. Bunun en büyük sebebi halkın bu denli cesur ve yiğit insanların kendi yaşadıkları ortamda olmalarını istemeleri ve bu bölgedeki mağaraların birbirine çok benzemesidir. Örneğin bu yerlerin hemen hepsinde mağaraların üzerine yapıldığı belirtilen birer mabet vardır.
Bilindiği gibi Efes Hıristiyanlarca kutsal kabul edilir. Çünkü Efes’te şimdi kiliseye dönüştürülmüş olan ve Hz. Meryem’e ait olduğu söylenen bir ev vardır. Ashâb-ı Kehf’in Hıristiyanlarca kutsal kabul edilen bir yerde yaşamış olması de onlara göre büyük ihtimaldir. Hatta bazı Hıristiyan kaynakları yer konusunda kesinlik bildirirler. Konuyla ilgili en eski kaynak Suriye’li rahip Saruclu James’e aittir (doğumu, MS 452) . Ünlü tarihçi Gibbon, “Roma İmparatorluğu’nun Çöküşü” adlı kitabında James’ten bir çok alıntı yapmıştır. Gibbon’a göre bu yer, Anadolu’nun batı sahilinde Roma’nın en büyük limanlarından ve en büyük şehirlerinden birisi olan Ephesos’tur. Bugün bu kalıtı ve mezarların üzerinde bir çok dini yapı inşa edildiği biliniyor. 1926’ da Avusturya Arkeoloji Enstitüsü tarafından bölgede yapılan kazılardan sonra, Panayır (Pion) Dağı’nın doğu yamacında bulunan kalıntıların, V. yüzyılın ortalarında (II. Theodosius dönemi ) Ashâb-ı Kehf adına yapılmış olan yapıya ait olduğu bilinmektedir L. Massignon, C.3: 104-108).
Ashâb-ı Kehf’in yaşadığı yer olarak gösterilen ikinci yer Tarsus’tur. Gerçekten de Tarsus’un kuzeybatısında Encilüs veya Bencilüs adıyla bilinen dağda Kuran’daki tariflere uygun bir mağara vardır . Tarsus fikri bir çok İslam aliminin de ortak görüşüdür. Kur’ân tefsircilerinden en ünlülerinden biri olan Taberî , Tarih-ül Ümem isimli kitabında, Ashâb-ı Kehf’in mağarasının bulunduğu dağın adını Bencilüs olarak belirtmiş, bu dağın da Tarsus’ta olduğunu söylemiştir. Bir diğer tanınmış Kur’an âlimi olan Fahreddin Razî de eserinde “Bu yere Efsus denilse de buradan kasıt Tarsus’tur, zira Efsus Tarsus’un başka bir adıdır” diyor. Yine tanınmış tefsircilerden olan Muhammed Emin, dağın isminin “Pencilüs” olduğunu ve Tarsus’ta bulunduğunu belirtmiştir. Pencilüs olarak telaffuz edilen isim Bencilüs olarak da söylenmektedir.
Bunlardan başka Kadı Bayzavî’nin ve Nesefî’nin tefsirlerinde, Celâleyn ve Tıbyân tefsirlerinde , Elmalılı’nın, Ö. Nasuhi Bilmen’in ve diğer bir çok âlimin tefsirlerinde bu yerin ismi olarak “Tarsus” verilmiştir. Ayrıca tüm müfessirler 17. ayetteki “ Güneş doğduğunda onların mağaralarına sağ yandan yönelir, battığında onları sol yandan keser geçerdi” cümlesini, bu dağdaki mağaranın ağzının kuzeye bakıyor olmasıyla açıklar.
Ashâb-ı Kehf’in yaşadığı yer, Osmanlı İmparatorluğu zamanında da merak edilmiş ve bununla ilgili bazı araştırmalar yapılmıştır. Başbakanlık Osmanlı arşivlerinde konuyla ilgili bir dizi yazışma ve bilgi mevcuttur. Örneğin Tarsus mahalli idaresinin Osmanlı Devleti Hazine Amirine gönderdiği bir mektupta, Tarsus’ta bulunan Bencilüs Dağındaki Ashâb-ı Kehf mağarasının koruma ve temizliğiyle ilgilenenlere maaş bağlanması konusundaki talebini bildiren bir dilekçe ve mektup yer alır. Bu mektuba cevap olarak istenen maaşların devlet hazinesine ödenebilmesi için, burasının gerçekten Ashâb-ı Kehf’in yaşadığı yer olup olmadığı konusunun araştırılması gerektiği bildirilmiştir. Bunun için yapılan araştırmalar da Ashâb-ı Kehf’in mağarasının yerinin tespitinde yararlı olmuştur.
Meclis tarafından yaptırılan bir araştırmada hazırlanan raporda şöyle denmiştir: “Adana eyaletine bağlı bulunan Tarsus’un kuzeyinde ve Tarsus’a iki saat uzaklıktaki dağda bir mağara bulunmaktadır ve bu mağaranın ağzı Kur’ân’da bildirildiği gibi kuzeye bakar (Akgündüz, 1993:37)
Hem Hıristiyan hem de İslam kaynaklarında övülen Ashâb-ı Kehf’in genel kabule göre Roma İmparatoru Decius zamanında yaşadıkları düşünülmektedir. Decius (Decianus), Neron’la birlikte Hıristiyanlara en çok zulmeden Roma imparatoru olarak bilinir. İktidarda bulunduğu kısa dönemde, hakimiyeti altında yaşayan herkesin Roma tanrılarına kurban adamalarını zorunlu kılan bir kanun çıkarmıştır. Herkes bu putlara kurban adamakla, dahası bunu yaptıklarını gösteren bir onay belgesi almak ve devlet görevlilerine göstermekle yükümlü tutulmuştu. Karara uymayanlar için de idam cezası uygulanmıştı. Hıristiyan kaynakları, bu dönemde Hıristiyanların önemli bir bölümünün “şehirden şehire” kaçarak ya da gizli sığınaklara giderek bu putperest ibadetinden kaçındıklarını yazarlar. Ashâb-ı Kehf, büyük olasılıkla bu İsevilerin içinden bir gruptur.
Kuzeybatı Anadolu’da bulunan Roma Valisi Piliniyus’ un (MS. 69-113) İmparator Trayanus’a yazdığı mektupta “İmparatorun heykeline tapınmadıkları için cezalandırılan “Mesihçiler” den (Hıristiyanlardan) bahsedilir. Bu mektup, o dönemde İsevilere yapılan baskıları anlatan önemli belgelerden birisidir.
İmparator Decius’un adı antik eserlerimiz hakkındaki kitaplarda ve seyahatnamelerde sık sık geçmektedir. Ünlü gezginimiz Evliya Çelebi eski yapıların bir çoğunu “Takyanus eseridir” diye ona maletmektedir. Ortada Takyanus diye bir Roma İmparatoru bulunmadığına göre bu ad Ebulfareç’in temas ettiği Decius’ten gelmektedir. Gerçi Araplar Roma İmparatoru Diokletianus’a (283-306) Takyanus ismini vermişlerdir. Fakat bu durum gerçeğe ne kadar uygundur kesin olarak belli değildir (Çıplak, 1968:80-81) .
Ünlü tarihçi Gibbon da yedi Hıristiyan gence işkence yaparak mağaraya sığınmaya zorlayan kişinin İmparator Decius olduğunu söyler. Gençlerin uzun uykularından uyandıkları dönemin imparatorunun adı ise Müslüman araştırmacılara göre Tezusius, Gibbon’a göreyse II. Theodosius’tur. Bu imparator, Roma İmparatorluğu Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra MS. 408-450 yıllarında tahtta bulunuyordu.
Kur’ân-ı Kerim’de olayın ne zaman olduğu hakkında bilgi verilmemektedir. Ashâb-ı Kehf’in Hz. İsa’dan önce mi yoksa sonra mı yaşadığı, dolayısıyla hangi dine mensup olduğu konusunda bir açıklık yoktur. Kehf Suresinin iniş sebebiyle ilgili rivayete göre, Medine yahudileri, Kureyş müşrikleri tarafından akıl danışmak üzere kendilerine gönderilen Nadr b. Haris ile Ukbe b. Muayt’a üç şeyi peygambere sormalarını tavsiye ederler. Eğer bilirse gerçek peygamber olduğunu, aksi halde peygamber olmadığını söylerler.
Medine yahudilerinin peygambere sorulmasını istedikleri ilk soru Ashâb-ı Kehf’le ilgilidir. Bu sebeple onların Hz. İsa’dan önce yaşadıkları ileri sürülmüştür. Nitekim Ebü’l- Hasan el-Maverdi bu gençlerin Hz. İsa’dan önce yaşadıklarını söylemektedir. Diğer taraftan rakîm kelimesinin etimolojisinin de gösterdiği üzere genel olarak bu kelime “yazılı belgeler” anlamına geldiğine göre Kur’ân’daki “Ashâbü’l-Kehf ve’ r-rakîm ”i , yazdıklarını mağarada muhafaza eden Esseniler veya onların öncüleri olarak anlamak da mümkündür. Çünkü Kur’ân ‘da (el-Kehf 18/21), onların bulundukları yere bir mescit yapıldığı ifade edilmekte, Esseniler de kendi mabedlerine “mescit” demektedirler. Kur’ân-ı Kerim ise Hıristiyan kiliselerini ve Yahudi sinagoglarını ifade etmek için mescit kelimesini kullanmamakta, onları “savami”, “biya” ve “salevat” olarak anmaktadır. Ayrıca Ashâb-ı Kehf kıssasında yiyeceklerle ilgili olarak kullanılan “ezka” kelimesi (el-Kehf 18/19) müfessirlere göre “helal” anlamındadır. Essenilerin helal ve haram konusunda çok titiz oldukları, Tevrat’ın yiyeceklerle ilgili hükümlerine sıkı sıkıya bağlı bulundukları kaynaklarda belirtilmektedir. Halbuki Hıristiyanlığa göre , “Ağızdan giren değil, ağızdan çıkan pistir ”. St.Paul’e göre ise çarşıda satılan her şey yenebilir. Bütün bunlar, Kur’an-ı Kerim’de kıssaları anlatılan “Ashâb-ı Kehf ve’r-rakîm” in Hıristiyanlık öncesi dönemde yaşadıklarını da düşündürmektedir (Ersöz, 1999:466-467) .
Ashâb-ı Kehf’in hikayesi değişik kaynaklarda değişik şekillerde anlatılır. Hıristiyanlıkta VI. yüzyılın başından itibaren yüceltilen ve Kuzey Afrikalı Hacı Theodose tarafından 530’lara doğru kabirleri ziyaret edilen “Efes’in Yedi Uyurları” ile ilgili kıssa şöyledir:
İmparator Decius (Dakyanus) Efes’e gelerek putlara tapınmayı ve Hıristiyanların onlara kurban kesmelerini emreder. Gizlice Hıristiyan olmakla suçlanan ve imparatorluk sarayında yaşayan yedi genç, imparatorun (başka bir rivayette ise Efes valisinin) huzuruna getirilir. Baskıya rağmen putlara kurban kesmeyi reddeden gençlere düşünmeleri için mühlet verilir. İmparatorun şehirden ayrılması üzerine gençler kaçarak Anchilus dağı yakınlarındaki bir mağarada gizlenirler. Bu arada gençlerden biri (Diomedes veye Lamblichus) hem olup biteni öğrenmek hem de yiyecek almak üzere tebdili kıyafet ederek şehre iner. Kısa bir süre sonra Efes’e dönen Decius, gençlerin huzuruna getirilmesini ister. Bunu duyan Diomedes, arkadaşlarına kralın emrini haber verir ve onlar ilahi lütuf sonucunda derin bir uykuya dalarlar. Gençleri bulamayan Decius babalarını çağırtır ve onların Anchilus dağındaki mağaraya saklandıklarını öğrenir. Bunun üzerine diri diri gömülmeleri için mağaranın girişinin büyük kayalarla kapatılmasını emreder. Theodore ve Rufinus adlı iki Hıristiyan, genç şehitlerin hikayesini madeni bir levhaya yazıp mağarayı kapatan kayaların altına koyar (Başka bir rivayete göre mağara kapanmadan önce bir Hıristiyan, olayın mahiyetini yazdığı bakır bir levhayı içeriye atar) .
307 yıl sonra (158, 197, 353 yıl rivayetleri de vardır.) İmparator II. Theodosius zamanında (401-450), papaz Theodore öncülüğünde ölümden sonra dirilişi inkar eden bir akım baş gösterir. Hıristiyanlığı kabul eden imparator bundan son derece rahatsız olur. Bu sırada Tanrı, mağaranın bulunduğu bölgenin sahibi Adolius’un hatırına, sürüleri için bir ahır yapma fikrini getirir. Bu maksatla mağarayı kapatan taşlar kullanılır ve mağara yeniden açılır. Tanrı gençleri uyandırır. Onlar sadece bir gece uyuduklarını zannetmekte ve Decius tarafından öldürüleceklerini düşünmektedirler. Önceden olduğu gibi Diomedes tekrar şehre gider. Şehrin kapıları üzerinde haç görünce çok şaşırır ve yoldan geçen birine bu yerin gerçekten Efes olup olmadığını sorar. Gördüklerini arkadaşlarına bildirmek için sabırsızlanır, fakat daha önce, yanında bulunan ve Decius dönemine ait olan parayla yiyecek almak ister. Satıcı ve esnaf eski parayı görünce gencin hazine bulduğunu zannederler ve bu hazineyi paylaşmayı düşünürler. Bu haber yayılınca pek çok insan toplanır. Diomedes ise tanıdık var mı diye şaşkınlık içinde topluluğa bakar. Şehrin papazı ve vali onu sorguya çekerler.O da başlarından geçeni anlatır ve arkadaşlarını görmeleri için onları mağaraya davet eder. Efesliler tepeye tırmanırlar ve gençlerin hikayesini anlatan iki kurşun levha bulurlar. Daha sonra mağaraya giren halk, gencin arkadaşlarını sağ ve sakin bir vaziyette görür. Theodosius’ a haber verilir. O da mağaraya gelir. Gençlerden biri (Maximilian veya Achilides), yeniden dirilmenin gerçek olduğunu göstermek için Tanrı’nın kendilerini derin bir uykuya yatırdığını ve kıyametten önce dirilttiğini söyler. Daha sonra gençlerin hepsi ölüm uykusuna yatar ve oraya bir bazilika yapılır (Ersöz, 1999:465 ; Ana Britannica, 1988:290 ; Çıplak, 1968:80) .
Ashâb-ı Kehf kıssasının anlatıldığı Kur’ân-ı Kerim’in 18. suresine bu kıssanın önemi dolayısıyla “Kehf” adı verilmiştir. Surenin 9-26. ayetlerinde bildirildiğine göre putperest bir kavmin içinde Allah’ın varlığı ve birliğine inanan birkaç genç, bu inançlarını açıkça dile getirip putperestliğe karşı çıkmış, taşlanarak öldürülmekten veya zorla din değiştirmekten kurtulmak için mağaraya sığınmışlardır. Yanlarındaki köpekleriyle birlikte orada derin bir uykuya dalan gençler, muhtemelen 309 yıl sonra uyanmışlardır. Bu süre Kur’ân- Kerim’de “Onlar mağaralarında 300 yıl kaldılar, dokuz da ilave ettiler” şeklinde belirtilmektedir. 300 yıla 9 ilavesi, şemsi takvimle belirtilen sürenin kameri takvime göre ifadesi olmalıdır. Müfessirlerden bazıları, bu ayetteki ifadenin, meseleyi aralarında tartışan grupların sözü olduğu görüşünü benimsemekte, gerçek süreyi sadece Allah’ın bilebileceğini bildiren ayetin de bunu gösterdiğini söylemektedir.
Mağarada bir gün kadar uyuduklarını sanan gençler, içlerinden birini gümüş bir para vererek yiyecek almak üzere şehre gönderirler. Böylece onların durumunu görenler Allah’ın vaadinin hak olduğunu ve kıyametin mutlaka geleceğini anlarlar, mağaranın bulunduğu yere bir mescit yapmaya karar verirler (Ersöz, 1999:466 ; Wensinck, 1988:371) .
Kur’ân’da kıssayla ilgili bundan başka ayrıntı yoktur. Hadis kaynaklarında yer almayan Ashâb- Kehf kıssası tarih ve tefsir kitaplarında çeşitli rivayetler şeklinde geniş olarak nakledilmekte olup bu rivayetler ana hatlarıyla Hıristiyan kaynaklarındaki tasvirlere uymaktadır. Ashâb-ı Kehf’in isimleri ise dokuz kişi olarak, fakat Hıristiyan kaynaklarında olduğu gibi farklı şekillerde nakledilmekte, köpeklerine de “Kıtmir” adı verilmektedir (Ersöz, 1999:466 ; Wensinck, 1988:371-372).
Kur’ân-ı Kerim Ashâb-ı Kehf’in sayısı hakkında ihtilaf olduğunu bildirmekte, köpekleriyle beraber dört veya altı olduklarına dair tahminleri “karanlığa taş atma” diye nitelendirmektedir (el-Kehf 18/22). “Yedi kişiydiler, sekizincisi köpekleri idi” (Ersöz, 1999: 466) .
Efes’in yedi uyurlarının sayısı Grek-Batı geleneğinde de yedi olarak kabul edilmektedir. Jacques Sarug’a dayandırılan ve Süryanice yazılan vaazda ise bu sayı sekiz olup, isimleri Hıristiyan kaynaklarında farklı olarak alınmıştır (Ersöz, 1999:465)
Kur’ân’da gençlerin adları hakkında bilgi verilmemektedir. Batıda yaygın olan anlatıda Ashâb-ı Kehf Maksimianos, Malkhos, Markianos, Ioannes, Denis, Serapion ve Konstantinos’tur. Doğudaki anlatılarda ise bu adlar Makselina, Yemeliha, Mernuş, Saznuş, Derbernuş, Meslina ve Kefeştatayuş olarak geçer. Ayrıca Kıtmir adında bir köpekleri olduğu anlatılır (Ana Britannica, 1988:291) .
Yedi uyurlar kıssasının gerçek olup olmadığı Batı’da tartışılmıştır. Olayın tarihiliğine ilk karşı çıkan Baronius’tur. Tillernant ve Honigmann ise Efes’te yedi bozulmamış cesedin bulunmasını tarihi bir gerçek olarak kabul etmemektedir (Ersöz, 1999:466). Bu kıssa doğuda ilk defa olarak V. yüzyılda Süryanice bir kitapta geçmiş ve Tel Mahra’lı Denys tarafından anlatılmıştır. Batıda ise Theodosius’un “Arz-ı Mukaddes’e Dair” eserinde ilk defa kıssaya rastlanır. Bu nakillerde gençlerin adları Yunancadır. Denys’in kaydettiği naklin Yunanca’dan bir tercüme mi olduğu yoksa doğrudan doğruya Süryani dilinde mi yazıldığı sorunu üzerine görüş birliği bulunmamaktadır (Wensinck, 1988:372). Hıristiyan apolojetiği içinde yer alan kıssanın Yunanca ve Süryanice dışında Kopt ve Gürcü dillerinde yazılmış biçimleri de günümüze ulaşmıştır (Ana Britannica, 1988:291) .
Ashâb-ı Kehf kıssasının özünü oluşturan ve ölümden sonra dirilişin bir örneği olan uzun süre mağarada uyuyup yeniden uyanma olayı, İslam’ın dışındaki diğer bazı dinlerde ve çeşitli efsanelerde de yer almaktadır. Hindistan’da bir tek kişinin uzun süre uykuda kalması olayına rastlandığı gibi (Bhagavat Gita, Ramayana...), Hint kutsal kitaplarından Mahabharata’da yedi kişinin, peşlerinde bir köpek olduğu halde rizayet için krallığa ve dünyaya yüz çevirdikleri nakledilmektedir. Yahudilikte ise Talmud’da Hani ha-Me’aggel adlı şahsın yetmiş yıl, Abimelek’in de altmış yıl uykudan sonra uyandıkları hikaye edilmektedir (Ersöz, 1999:465) .
Ashâb-ı Kehf halk ağzında dilden dile aktarılırken efsaneleşmiş (Önder, 1995:288), bunun yanında edebiyat eserlerimize de konu olmuştur. Ünlü halk aşığı Karacaoğlan’ın efsaneleşen hayatında Ashâb-ı Kehf mağarasının bir yeri vardır. Han Mahmut adlı halk hikayesinde ve diğer bazı anlatımlarda Karacaoğlan’ın Tarsus’ta Karacakız adındaki bir Yörük beyinin kızına aşık olduğu, kızı vermedikleri için Karacakız’ın, arkasından da Karacaoğlan’ın Kırklar Mağarasına, bazı kaynaklara göre de Ashâb-ı Kehf Mağarasına çekilerek orada öldüğü rivayet edilir.
Karacaoğlan ile Elif Gelin adıyla tasnif edilen başka bir hikayede ise, Karacaoğlan’ın karısı Elif’i emanet ettiği beyin oğlunun Elif’e musallat olması, gördüğü manzarayı yanlış anlayan Karacaoğlan’ın üzüntüsünden Tarsus’taki Ashâb-ı Kehf mağarasına girip sır olması, erenlere karışması anlatılır. (Günay, 1993:196 ; Kaya, 1998:171-178)
1.2 Ashâb-ı Kehf’in Çevresinde Oluşan Kültür Değerleri ve Hıdrellez Şenlikleri
İçel’in Tarsus İlçesi’ndeki Ashâb-ı Kehf, günümüzde Müslümanların Ramazan ve Kurban Bayramlarıyla diğer özel günlerde ziyaret ettikleri, dilekler dileyip, adaklar adayıp, kurbanlar kestikleri bir merkezdir. Bunların yanında günümüzde Tarsus’taki Hıdrellez Şenliklerinin merkezi de Ashâb -ı Kehf olmuştur.
Hızır ya da Hızır ve İlyas kavramları etrafında İslami bir içeriğe bürünmüş olan bu yaz bayramının kökü, İslamiyet ve Hıristiyanlık öncesi İlkçağ Anadolu, Mezopotamya ve Orta Asya kültürlerindeki tabiatın yeniden dirilmesini kutlama törenlerine kadar götürülür. Hıdrellez törenleri, bolluk ve bereketi simgeleyen su ve yeşillik kavramlarının ön plana çıktığı, ağacın bol bulunduğu, bazen içinde türbe de yer alan mesire yerlerinde kutlanan eğlencelerdir.
Eskiden Rûz-ı Hızır (Hızır Günü) de denilen Hıdrellez, halk arasındaki yaygın inançlara göre Hızır ve İlyas’ın bir araya geldiği günün hatırasına kutlanmakta, Hızır-İlyas birleşik kelimelerinin halk telaffuzunda aldığı biçimi yansıtmaktadır. Hıdrellez günü, bu gün kullandığımız Gregoryen takvime göre 6 Mayıs’a denk gelmektedir. Bu tarih, ülkemizde halk arasında yaz mevsiminin başlangıcı kabul edilmekteydi. İşte Hıdrellez gerçekte, Hızır ve İlyas’ın bir araya geldiği gün olduğu inancıyla birlikte, kışın sona erip yaz mevsiminin başlamasının günü olarak da kutlanmaktadır (Ocak, 1990:141) .
Hızır ve İlyas hakkında bir hayli zengin ve renkli İslami literatür bulunduğu halde, bu literatürde Hıdrellez günü törenlerine dair hiç bir şeyin olmaması, Hıdrellez’ in ve etrafında oluşan inanç, adet ve geleneklerin İslami olmayan kaynaklardan geldiğini gösterir. Bu sebeple araştırmacılar Hıdrellez’in ve törenlerinin kökünü, İslam öncesi devir ve kültürlerde aramışlardır. Orta Doğu ve Anadolu eski kültürleri ile uğraşan bazı araştırıcı, etnograf ve halk bilimciler , Hızır ve Hıdrellez’ in kökenini eski Mezopotamya ile Anadolu kültür ve dinlerine bağlarlar. Bu eğilime karşılık kısmen bu kaynakların etkisini kabul etmekle birlikte asıl İslam öncesi Orta Asya Türk kültür ve inançlarına ağırlık verenler vardır. Ancak Hıdrellez’ in kökeni ve içeriği konusunda tek bir köken veya kaynağın değil, zaman ve mekan içerisinde pek çok köken ve kaynakların, kültürlerin katkısını kabul etmek daha gerçekçi olacaktır (Ocak, 1990:142) .
Hıdrellez kutlamalarının yapıldığı yerler genellikle günün anlamına uygun olarak sulak, yeşillik bölgelerdir. Geleneğe uygun olarak Anadolu’nun bir çok bölgesinde “Hıdırlık” denilen mesire yerleri vardır. Bu bölgelerde mezarlık, yatır vb. gibi çevre halkınca kutsal kabul edilen, adak adanan veya bez, çaput bağlamak gibi bazı geleneklerin sergilendiği yerler de görülmektedir (Çay, 1997:24).
Hıdrellez’ in bu gibi yerlerde kutlanması bahar ve yaz mevsimiyle ilgili olduğu kadar, Hızır’ın su ve yeşillik unsuruyla bağlantısını da sergilemektedir. Bu yüzden Hıdrellez günü Hızır’ın bu gibi yerlerde dolaştığına inanılmaktadır. O gün herkesin içinde, buralarda Hızır’a rastlamak, onun İlyas’la buluştuğunu görmek inancı ve ümidi vardır. Diğer yandan Hıdrellez’ in kutlanması için bu yerlerin seçilmesinde belirtilen sebeplerin olduğu kadar, Türkler arasında eskiden var olan tabiat kültlerinin, özellikle ağaç ve su kültünün rolünü de hatırlamak gereklidir. İslam öncesi devirlerde çeşitli Türk zümreleri arasında çok önemli bir yeri olan ağaç ve su kültünün eski kökenin unutulmasına rağmen halen Anadolu’da güçlü bir şekilde yaşadığını, Hıdrellez gibi vesilelerle İslamileştirilmiş bir şekilde devam ettiğini gösteren deliller mevcuttur (Ocak, 1990:152).
Hıdrellez geleneğinin özünde ilkbaharın gelişini kutlama, doğayla barışık olma dileği vardır. Her ritüel kökenli kutlamada olduğu gibi hıdrellez şenliklerinde de bir takvim vardır. Önceleri köylü kendi yaşantısının daha verimli olması için zorunlu ve bilinçli olarak törenlere katılırdı (Karadağ, 1978 : 9). Bu gün eğlence ön plana çıkmış gibi görülüyorsa da pek çok inanmanın günümüzde de sürmesi ritüel özelliğin korunduğunu göstermektedir. Hıdrellezde şenlik, büyü, bolluk-bereket motifleri iç içedir. Hıdrellez geleneğinin bolluk-kıtlık, yaz-kış çatışması, doğanın düzenli değişmesiyle yaratılan mitlerin kutlandığı bir tören, şenlik ve bayram olduğu söylenebilir (Artun, 1998:46-47).
Tarsus hıdrellez şenliklerinin bir süredir Ashâb-ı Kehf’de kutlanıyor olması, dikkatleri her ikisinin de sahip olduğu ortak motife çekmektedir. Gerek Ashâb-ı Kehf’de gerekse hıdrellezin kökeninde ölme-dirilme motifi yer almaktadır. Ashâb-ı Kehf, ölümden sonra yeniden dirilme (bâs ü bâde’l mevt) inancına ilişkin bir kıssanın mekanıdır. Hıdrellez ise kışın ölen doğanın yeniden canlanışının kutlandığı bir gündür. Hıdrellez kavramı içindeki Hızır da suyu, canlanışı, tazeliği simgelemektedir. Bu açıdan bakıldığında hıdrellez şenliklerinin Ashâb-ı Kehf’e taşınması biraz daha anlam kazanmaktadır.
Yöredeki hıdrellez günüyle ilgili adet ve uygulamalar Türkiye’nin diğer bölgelerindeki uygulamalardan pek farklı görünmez. Bu adet ve inanmaları şöyle sıralayabiliriz:
*Evlerde mantı, pirinç ve dövme pilavı gibi yemekler yapılır (K.1, K.5, K.6).
*Evler temizlenir, abdest alınır (K.1, K.2, K.10, K.11).
Genç kız ve erkekler akşam yatmadan önce tuzlu yiyecekler yer ve su içmezler. İnanışa göre o gece rüyalarında görecekleri erkek ya da kızla evlenirler (K.7, K.8).
*Hıdrellez gecesi bir gül ağacının dibine gidilir. Niyete göre taşlardan ev, araba, çocuk resimleri çizilir. Ya da bir kağıda çizilen şekiller ağacın dibine gömülür. Yüzük konulduğu da olur. Sabah güneş doğmadan gül ağacının dibinden yüzük ya da kağıt alınır. Ne dilenirse kabul olunacağına inanılır. Bunun için özel olarak gül ekenler bile bulunmaktadır (K.1, K.4, K.5, K.6, K.9, K.10).
*Hıdrellez sabahı tuzlu çörek yapılıp açıkta bir yere konulur. Çöreği alıp giden kuş takip edilir. Nereye giderse evin kızının oraya gelin gideceğine inanılır (K.11).
*Bir kabın içerisine 41 çeşit ot atılır. Çevredeki genç kızların yüzükleri de bu kaba atılarak hıdrellez gecesi gül ağacının dibine konulur. Sabah kap oradan alınır. Kızlar bir yerde toplanırlar. İçlerinden, evin en son çocuğu olan kız seçilir ve bir çarşafın altına oturtulur. Eline verilen aynaya bakarak yüzükleri çeker. Çevrede toplanan kızlar da mani söylerler. En son yüzük de çekildikten sonra kabın içindeki su, yağmurlar bol olsun diye kızın üzerine dökülür (K.2, K.3, K.4, K.5, K.9, K.11).
*Hıdrellez gecesi iki tane ekmek mayalanır. Birine varlık hamuru birine yokluk hamuru denir. Sabah hamurdan hangisi kabarmışsa o yılın öyle geçeceğine inanılır (K.7, K.9 ).
*Hıdrellez günü, yılın bereketli geçmesi için ve sağlıklı olmak için çimenlerin üzerinde yuvarlanılır (K.3, K.5).
*Bahtı açmak için bir bez parçası üç kere bağlanır, çözülür (K.4, K.8, K.10).
*Sadece hıdrellez günü değil her gün Hızır’la karşılaşılabileceğine inanılır. Hızır her an her yerde olabilir (K.7, K.8, K.11).
*Hızır bazen rüyaya girer. Rüyada Ashâb-ı Kehf ve Hızır görüldüğünde Ashâb-ı Kehf’i ziyaret etmek gerekir (K.1, K.4, K.5, K.7).
*Hıdrellez günü bir ağaca salıncak kurulur ve sallanılır. Bu şekilde günahlardan kurtulunacağına inanılır (K.2, K.3, K.8, K.10).
*Hıdrellez günü oğlak, keçi gibi hayvanlar kesilir. Mangalda ya da kazanda pişirilen etler hep beraber yenir (K.1, K.7, K.8).
*Hıdrellez günü fakirlere yemek yedirilir. Bunun evin bereketini, kazancını artıracağına inanılır (K.7, K.9, K.10).
Ashâb-ı Kehf’deki hıdrellez şenlikleri sırasında dikkati çeken en önemli şeylerden birisi de Ashâb-ı Kehf’in kutsallığının halk üzerinde yarattığı derin etkinin, hıdrellez adet ve uygulamalarını geri plânda bırakmasıydı. Ashâb-ı Kehf yöre insanında kutsallığıyla çok farklı bir yere sahiptir. Halk arasında Ramazan ve Kurban Bayramları ile kandiller ve Kadir Gecesi gibi özel günlerde ayrıca ziyaret edilir. Böyle zamanlarda Ashâb-ı Kehf’e topluca yapılan ziyaretlerde mevlit ve Kur’an okutulur. Sabahlara kadar süren ibadetlerde namaz kılınır. Ashâb-ı Kehf ziyaretinden sonra Tarsus’taki Demirkapı, Daniel, Mencik Baba, Muğdat Baba, Lokman Hekim türbeleri ziyaret edilir. Buralarda Kur’ân okunur, adak yapılır. Halk arasında Ashâb-ı Kehf’e yedi kere gelinince hacı olunduğuna inanılır. Yine Ashâb-ı Kehf’te 11 ihlas suresi ve 1 fatiha suresi okuyup orada yatanların ruhuna bağışlanırsa bütün dileklerin kabul olacağına inanılır.
Ashâb-ı Kehf’in içinde, mağara duvarının bir yüzeyi dilek taşı olarak kullanılır. Buraya gelen ziyaretçiler yerdeki taşları mağaranın nemli olan bu yüzeyine bastırarak tutarlar ve bu sırada dilek dilerler. Eğer taş mağara duvarına yapışırsa dileğin kabul olunduğuna, yere düşerse kabul olunmadığına inanılır.
Ashâb-ı Kehf hacı adaylarının da uzun yıllar boyunca hac ziyaretleri sırasındaki uğrak yeri olmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hac mevsiminde hacı adaylarına “sünnet” olarak önerdiği Ashâb-ı Kehf ziyaretleri, Tarsus ve Afşinliler arasında “Ashâb-ı Kehf bizim ilçemizde” diye uzun yıllar önce başlayan tartışmalar nedeniyle bir süredir yapılamamaktadırlar. Ancak Tarsus’lular “Ashâb-ı Kehf Mührü adını verdikleri taşın bulunmasından sonra bu tartışmaların son bulması gerektiğini düşünüyorlar. Ashâb-ı Kehf’e çok yakın olan Dedeler Köyü’nde bulunan siyah renkli bir kaya parçası olan bu taşın üzerinde sarı kabartma şeklinde Arapça “Allah” yazısı ve V rakamı yer almaktadır. Yöre halkı bu taşın Ashâb-ı Kehf’in doğal mühürü olduğuna ve V rakamının yedi uyurları simgelediğine inanmaktadır.
Halk arasında böylesine kutsallaştırılan, büyük bir saygı ve inançla ziyaret edilen bir merkez olan Ashâb-ı Kehf son sekiz yıldır Hıdrellez şenliklerinin de buraya taşınmasıyla yepyeni bir canlılık kazanmıştır. Daha önceden halkın değişik mekanlarda karşıladığı bu özel gün, Tarsus Belediyesi tarafından 8 yıldır “Geleneksel Ashâb-ı Kehf Hıdrellez Şenlikleri” adıyla Ashâb-ı Kehf’e taşınmıştır. Belediye tarafından düzenlenen etkinlikler hafta içinden başlamaktadır. Şehir merkezinde yapılan yarışmalarda baklava, şalgam, humus ve cezerye gibi yöreye özgü yiyecek ve içecek dallarında adaylar ürünlerini sergilemektedirler. Açık hava gösteri merkezindeki karakucak güreşleri ise hafta boyunca devam etmektedir.
Tarsus dışından çevre illerden gelenlerle sayısı binleri bulan katılımcılar Hıdrellez sabahı özel araçları ve belediye tarafından tahsis edilen otobüslerle tören alanına toplanmaktadırlar. Sabah erken saatlerde şehir merkezinde yapılan halk koşusu ve mehter takımının gösterileri sona erdikten sonra Ashâb-ı Kehf’e gidilmekte, orada da mehter takımı gösterisini tekrarlamaktadır. Askeri ve mülki yöneticilerin yaptıkları konuşmalardan sonra, hafta boyunca devam edilen atletizm, güreş, baklava, şalgam, humus, cezerye, yarışmalarında dereceye girenlere ödülleri verilmektedir. Yörenin ünlü âşıklarının verdikleri konserin ardından mevlit okunmakta ve Halil İbrahim Sofrasında kazanlarla pişirilen etli pilavın halka dağıtılmasıyla tören sona ermektedir.
Alanda kurulan Yörük çadırlarında sıkma, börek, gözleme gibi yiyecekler pişirilmekte, bunun yanı sıra kavurma et, lahmacun, bici bici, dondurma, aşlama, şalgam satıcıları da seyyar tablalarda satış yapmaktadırlar. İsteğe göre evden getirilen yiyeceklerle ya da orada pişirilen etlerle halk gün boyunca pikniğini yapmakta ve akşam üzerine kadar vaktini bu geniş kır alanında geçirmektedir.
Sonuç
Tarih boyunca farklı kültür ve dinleri benimseyip taşıyıcılığını yapan , pek çok kavimlerin gelip geçtiği Anadolu toprakları üzerinde , İslamlaşma süreci öncesinde yaygınlaşmış ve kökleşmiş inançlar ve ritüeller tamamen yok olmamış , yeni hakim din olarak İslam içerisine nüfuz ederek ona kendi renklerini katmışlardır . Özellikle İslam öncesi Anadolu‘da yaygınlaşmış popüler Hıristiyan inanç motiflerinin İslam ile karşılaşmasının oldukça özgün senkretizm örneklerini doğurduğu görülmektedir.
Hala bir çekim merkezi olmayı sürdüren ziyaret yerleri , toplumsal dayanışma ve süreklilik işlevi çerçevesinde veya günlük yaşamda karşılaşılan sorun ve sıkıntıları giderme amaçlı psikolojik işlevlerle yüklüdürler. Bu ziyaret yerleri , bayramlarda , tören niteliği taşıyan özel günlerde insanların toplu olarak ziyaret edip birlikte dua ettikleri yerlerdir. Bu özellikleriyle de toplumsal birlik , dayanışma ve güven duygusunun yeniden üretimini sağlayacak olan ritüellerin de odak noktasıdırlar.
Ashâb-ı Kehf, pagandan Hıristiyanlığa, oradan da Müslümanlığa uzanan bir süreçte farklı kültürlerin etkileşimine bir araç olmuş ve çevresinde bir kült oluşturmuştur. Ashâb-ı Kehf bu gün Anadolu’da ve dünyanın değişik ülkelerinde kendisine atfedilen makamlarıyla farklı dinlerden insanların inandığı, bir araya geldiği bir yer olmasıyla, önemli bir inanç merkezidir .
Kutsallığın insana bağlı olduğunun en güzel göstergesi, kutsal insanların kendilerine atfedilen kutsallığı kabirlerine taşımış olmalarıdır. Ashâb-ı Kehf, Hızır (St. George), İlyas (Eliyahu) gibi hayat hikayeleri zaman ve mekanı zorlamış olan kutsal kişiler, insanoğlunun kutsala olan ihtiyacıyla her zaman sahiplenilmiş, birden fazla kabire sahip olmuşlardır. Kabrin içindekinin kutsallığının insanlar arasında paylaşılamadığı durumlarda insanoğlunun kutsala olan ihtiyacı devreye girmiş ve kabrin kabul edilegelmiş kutsallığı korunarak içine farklı kutsal bedenler atfedilmeye çalışılmıştır. Bu şekilde “eskilerin veya ötekilerin” kutsadığı kabirler benimsenir ve doğal olarak kutsal kabir sayısı her zaman kutsal insan sayısını aşacağından, bir beden birden fazla kabire girmek zorunda bırakılır. İslam kültüründe “makam” diye bilinen kutsal kabirlerle bu durum aşılmıştır. Havra-kilise-cami gibi kutsallığın fonksiyondan kaynaklandığı mekanlar da el değiştirdiklerinde kutsallık fonksiyonlarını korumaya devam etmişlerdir.
Ashâb-ı Kehf’in kimler olduğu, ne zaman yaşadıkları ve nerede yaşadıkları gibi konular her zaman ilgili insanları araştırmaya yöneltmiş, bu konuyla ilgili bir çok yorum yapılmıştır. Ancak bu yorumlardan hiçbirisi kesinlik içermemektedir. Dolayısıyla mağaraya sığınan bu inançlı gençlerin hangi tarihlerde yaşadıkları, âyetlerde anılan mağaranın nerede olduğu sorularına kesin yanıtlar verilememektedir. Ancak Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta da var olan ve Kur’ân-ı Kerim’de özlü olarak tekrarlanan Ashâb-ı Kehf kıssasında, inananlara verilmek istenen mesaj, mağaradakilerin kaç kişi oldukları, nerede ne zaman yaşadıkları ve kaç yıl uykuda kaldıkları gibi bilgilerden daha önemlidir. Kıssada ana hatlarıyla, inançlı-inançsız mücadelesinin öteden beri hep var olduğu, samimiyetle iman edip inançlarının gereğini yaşayanları Allah’ın mutlaka başarıya ulaştırdığı ve her şeyi yoktan var eden Allah’ın insanları yeniden diriltmeye muktedir olduğu motifleri işlenmektedir .
Son yıllarda Tarsus Hıdrellez şenliklerinin de Ashâb-ı Kehf’e taşınmasıyla birlikte olayın yeni bir boyut kazandığını görüyoruz. Kökeni İslamiyet ve Hıristiyanlık öncesi ilkçağ Anadolu , Mezopotamya ve Orta Asya kültürlerindeki tabiatın yeniden dirilmesini kutlama törenlerine kadar götürülebilen Hıdrellez şenliklerinin günümüzdeki merkezi Ashâb-ı Kehf olmuştur. Tarsus’ta Hıdellez uygulamalarının eski önemini ve canlılığını yitirdiğini görmekteyiz . İnanç boyutu geri plânda kalan Hıdrellez uygulamalarında şenlik ve eğlence boyutu daha ön plâna yerleşmiştir .
Sonuç olarak Ashâb-ı Kehf , bir inanç merkezinin pagan kültürden ilk Hıristiyanların sığınak yeri olmasına , Kur’ân-ı Kerim’de geçen bir sureyle Müslümanlarca da kutsal bir yer olarak kabul edilmesine değin geçirdiği süreçle ve son olarak mevsimlik bir törenin bir inanç merkezi çevresinde nasıl şenliğe dönüştüğü konusundaki görünümüyle kültür hayatımızda önemli bir yere sahiptir .
KAYNAKÇA
AKGÜNDÜZ , Ahmet , Arşiv Belgeleri Işığında Tarsus Tarihi ve Ashâb-ı Kehf , İstanbul , 1993
Ana Britannica , Eshâb-ı Kehf Maddesi, C. 8 , Ana Yayıncılık , İstanbul , 1988
ARTUN , Erman , Tekirdağ Halk Kültürü Araştırmaları , Tekirdağ Genç Yöneticiler ve İş Adamları Derneği Yayınları , Tekirdağ , 1998
ATAY , Tayfun , Gelenek ve Modernlik İlişkisi Ekseninde Türkiye’de Halk Dini Ögeleri ve Senkretik Motifler , Uluslar arası Anadolu İnançları Kongresi Bildirileri , Ervak Yayınları , Ankara , 2001
BAYRAK , Orhan , Türkiye Tarihi Yerler Kılavuzu , İnkılap Kitabevi ,İstanbul , 1994
ÇAY , Abdulhalûk M. , Hıdrellez “ Kültür-Bahar Bayramı “ , KB Yayınları , Ankara , 1997
ÇIPLAK , M. Necati , İçel Tarihi , Ankara , 1968
Evliya Çelebi Seyahatnamesi , 3. Kitap , Yapı Kredi Yayınları , ( Haz. Zekeriya Kurşun- Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı ) , İstanbul , 1999
GÜNAY , Umay , “ 17. Yüzyıl Şairi Karacaoğlan “ , Türkiye’de Aşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi , Ankara , 1993
KARADAĞ , Nurhan , Köy Seyirlik Oyunları , Ankara , 1978
KAYA , Doğan , “ Karacaoğlan’ın Efsanevi Kişiliği “ , Türk Kültürü , Mart 1998
MASSİGNON , L. ,Opera Minora , C. 3
OCAK , A. Yaşar , İslam- Türk İnançlarında Hızır Yahut Hızır- İlyas Kültü , Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları , Ankara , 1990
ÖNDER , Mehmet , Şehirden Şehire Anadolu , T. İş Bankası Yayınları , Ankara , 1995
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi , Ashâb-ı Kehf Maddesi, C . 3 , Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları , İstanbul , 1999
WENSINCK , A. J. , Eshâbülkehf Maddesi, İslam Ansiklopedisi , C. 4 , MEB Basımevi , İstanbul , 1988
ZOROĞLU , Levent , Tarsus Tarihi ve Tarihsel Anıtları , Kemal Matbaası , Adana , 1995
KAYNAK KİŞİLER
K.1 : Nuran Altuntaş , 63 , okur – yazar , ev hanımı
K.2 : Emine Abay , 56 , ilkokul , ev hanımı
K.3 : Süheyla Kirik , 58 , okur – yazar , ev hanımı
K.4 : Cevahir Çevik , 51 , ilkokul , ev hanımı
K.5 : Müjgan Akdöner , 48 , ilkokul , ev hanımı
K.6 : Pakize Yuğucuer , 62 , okur – yazar değil , ev hanımı
K.7 : Gülseren Güleçler , 61 , ilkokul , ev hanımı
K.8 : Süheyla Toplar , 45 , lise , ev hanımı
K.9 : Esin Arife Zöhre , 48 , yüksek okul , öğretmen
K.10 : Tülay Seyhan , 64 , ilkokul , ev hanımı
K.11 : Fatma Baş , 65 , ilkokul , ev hanım